Yayınlar ->  Makaleler ->

Prof.Dr. Mustafa ALICI

Hz. Peygamberi (S.A.V) Anlamak

İnsan, iki kökten gelir:

  • Nisyan köküyle unutmaya unutturmaya, tahrif etmeye, düşmanlık etmeye Rabbini unutmaya meyillidir.
  • Ünsiyet ile köküyle ise uzak kaldıklarıyla tanışmaya kaynaşmaya, tanımadıklarına, bilinmezliklere merak etmeye meyillidir.

Bu haliyle insan, yakınındakilerinden uzaklaşmaya, uzaktakileriyle yakınlaşmaya heveslidir.İslam dini insan denen eşrefi mahlûku anlatırken öğretir ki;

  • Allah, bizi istemiş bizi sevmiş ve yaratmıştır.
  • İnsan, ruh ile beden birlikteliğinde birbiriyle uzlaşı içindedir.
  • Mümin, kendini diğer insanlarla soyutlamadan uzaklaştırmadan yaşar. Yani mümin, kâfirle münafıkla ve kardeşi gördüğü müminlerle birlikte yaşar.
  • İnsan birbirlerini tamamlayan iki zıt kutuptaki erkek ve dişiyi birbirlerine ülfet ettirir.
  • Hz. Süleyman (a.s.), bize insanın kurtla kuşla uyumlu olduğunu onun dilinden anlayan bir model insanlık olarak sunar.
  • İslam’da akıl ile vahiy arasında da bir uyum vardır. Akıl ile kalp aynı kaynaktan beslenen iki sütkardeştir.
  • Dünya ile ahiret dengesi vardır.
  • Yeryüzü ile gökler arasında da bir denge vardır.

Bu bağlamda; Kuran, Allah’ı sevmek istiyorsak Hz. Peygambere (s.a.v.) tabi olmamızı ister; İnsan, Allah aşkını dünyadan soyutlanarak ondan uzaklaşmak anlarsa Allah’ın bu dünyayı yaratma gayesinden uzaklaşırız; biz Allah’ı dağlara çıkarak, rahip olarak, dünyadan el etek çekerek sevmeyiz. Aksine biz Allah’ı Hz. Peygamberimizin (s.a.v.) sünnetine, Onun hayatına, Onun örnekliğine yapışarak elde ederiz;

Bizim medeniyetimiz olan Osmanlı irfanı, Hz. Peygamber (s.a.v.) sevgisinden ve saygısından çocuklarına Mehmet ismini verirdi. Çünkü çocuğuna “Muhammed” derse ve çocuğuna kızıp onu azarlarsa Hz. Peygamber’in (s.a.v.) isminin kıymetini gözünden düşürebilirdi. O yüzden Osmanlılar, ona benzeyen bir kelimeyle Mehmet derdi, askerine de “Mehmetçik” derdi.

Yine Osmanlı medeniyeti, Hz. Peygamberine (s.a.v.) Onun pak ehli beytine de derin muhabbet beslemişti; mesela Hz. Hüseyin’in Kerbela’da susuz bırakılıp şehit edilişini yâd etmek için Kudüs veya Medine’de bir çeşme yapılacaksa onu muharrem ayında temelini atar diğer muharrem ayında açılışını gerçekleştirir- di.

 

Kuran bizim Hz. Peygamberimizin bizi kendisine bağlayacak Ona Muhab­bet Beslememize Sebep Olacak Üç boyut Üç faktör bize sunar;

a. Hz. Peygamberin Hayatının Dindarları Eğiten Yönleri: Üsve-i hasene

“Hz. Peygamberin (s.a.v.) hayatı, biz müminler için bir bütün olarak uyarıcı, örnek, bağlayıcı, eğitici ve rol modeldir. İslam için din kurucusu olarak Hz. Peygamberin şahsiyeti inananlar için mutlak örnektir;

“Muhakkak ki, sizin için, Allah’ın huzuruna çıkmayı umanlar, ahiret gününe inananlar ve Allah’ı çok çok zikredenler için Allah’ın Rasulü güzel bir örnektir.” (Ahzab, 21) ayetine göre Müslümanlar için Hz. Peygamberin (s.a.v.) kendisi ve Onun Sünneti, bir model ve İslami yaşam kalıbı olarak Müslümanlara “karakter” bahşeden “öznel” bir dinamiktir.

 

Demek oluyor ki Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) Allah’ın bizden razı olması için mutlaka uymamız gereken bir insandır. Zaten “sünnet”, kelime olarak Müslümanlara sübjektif açıdan en güzel yaşam kalıpları ve davranış formları sunar. Zira Hz. Peygamberin sünneti, Müslümanları birbirine bağlayan, onlara ülfet, muhabbet ve kardeşlik veren dinamiktir.

Sünnet ile Müslümanlar, kendi iç dünyalarını huzurlarını Allah’a kul olma hazzını yaşatan unsurlar bize sunar. Daha açık bir ifadeyle Hz. Peygamber (s.a.v.), kendi hayat görüşüne sahip insanlar olarak hareket etme, söz söyleme ve onaylama gücü bahşeder.

Yine Sünnet, sosyal yaşamda Müslümanın kimlik verici ve gerçek kimlik yansıtıcı yönlerini tayin ettiğinden Sünnet ve Hadis olmadan bir Müslümanın dinini yaşaması mümkün değildir. Zira en detayından en geneline kadar İslam dinini şekillendiren ve onu Şeriat-ı Muhammediye şekline sokan Hz. Peygam­berin (s.a.v.) kendisidir

b. Hz. Peygamberin (s.a.v.) “Hatemü’n-Nebiyyin” Oluşudur

Biz biliyoruz ki; elimizdeki maddi bir şeyi, bir eşyayı başkalarınınkiyle kıyaslarsak değerini düşürürüz. Ama elimizdeki manevi bir şeyi mukadde­satımızı başka dinlerdekilerle mukayese edersek değerini artırırız.

Kuran Hz. Peygamberin sıradan bir insan olmadığını onun değerinin çok yüksek olduğunu şöyle bize bildirir:

“Muhammed içinizden herhangi bir adamın babası değildir. Fakat O, Allah’ın Rasûlü ve peygamberlerin mührü/sonuncusudur” (el-Ahzâb, 40)

Bu yönüyle nebevi hayat, bizi eski peygamberlerin kesiştiği noktalara götüren onlarda birer parçalar bulduğumuz derin anlamları olan bir hayattır. Bu ayet­ten anladığımıza göre Hz. Peygamber (s.a.v), bütün peygamberlerin, sonuncu­su ve bir anlamda nübüvvetlerin özü, tüm peygamberlik tecrübelerinin kavşak noktası ve özetidir

Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.v.), bir yönden atası Hz. İbrahim gibi putperest kavminden uzaklaşarak uzlete çekilmiş, derin tefek­kür ve tehannüs ortamında kavmini ve tüm insanları putlardan kurtarmak için tevhid arayışında bulunmuştur. Yine Hz. Pey­gamber (s.a.v.), tıpkı Hz. Yusuf (a.s.) gibi bizzat kendi kavmi, kabilesi tarafından ihanete uğrayıp öldürülmek istenmiş, tıpkı Hz. Eyyub (a.s.) gibi eziyetlere sabretmiş, Hz. Yunus un (a.s.) Ninovada taşlanması gibi Taif’te taşlanmıştır. Ayrıca Hz. Peygamber, tıpkı Hz. Musa gibi Allah ile karşılıklı konuşmuş, onun gibi hicretin peygamberi olmuştur. Yine O, tıpkı Hz. Süleyman (a.s.) gibi çevre kralları, İslam’a çağırmak üzere diplomatik ilişkiler kurmuş, Hz. Davud (a.s.) gibi zırh giyip savaşçı bir peygambere dönüşmüş, Hz. İsa’nın (a.s.) göğe yükselmesi gibi Miraca çıkmıştır.

c. Hz. Peygamberin Âlemlere Rahmet Oluşu

Hz. Peygamber’in (s.a.v) hayatındaki en evrensel yön burasıdır. Rahmeten lil âlemin oluşuyla bütün âlemlerde merhamet, selamet ve muhabbet artırmıştır. Onun getirdikleri, çoğulcu bir dünyada insan hayatını kolaylaştıran tüm insanlık için verdiği küresel mesajlardır. Kuranda geçen “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. (Enbiya, 107)”, ayeti Müslümanlar için Hz. Peygamber’in evrensel değerini ifade eden somut bir gerçek­liktir. Dahası insanlık adına Hz. Peygamber (s.a.v.), kendin­den önceki farklı düşünce yapılarını, çeşitli âdet ve ahlak sistemlerini düzene sokmuş, kaba saba insanlardan bir muhabbet ehli meydana getirmiş, onları dünyanın en uygar insanlarına dönüştürmüş; günahkâr ve kötü karakterdeki kişilerden zahitler yapmış, isyankâr ve dik kafalı tabiata sahip insanları hukuk ve düzene itaat ve boyun eğme modelleri haline getirebilmiş onları kendisine âşık Allah dostları haline sokmuştur.

Öyle ki yüzyıllar boyunca tek bir büyük insan yetiştirememiş bir Arap ulusu, onun rahmet yüklü mesajları sayesinde ahlak, muhabbet, barış ve adaleti yaymak için dünyanın en ücra köşelerine giden binlerce yüce şahsiyet yetiştirebilmişti. Ye­tiştirdiği her sahabe tüm insanları aydınlatan birer kandil haline dönüşmüştür.

Rahmet ve affetmek, muhabbetin bir parçasıdır. Biz muhabbeti Hz. Peygamberden (s.a.v.) öğrendik. Bizim, en azılı düşmanlarını bile affeden rauf ve rahim olan bir peygamberimiz var. O peygamber ki hep affedici oldu, affetmeyi öğretti.

Affetmek Hz. Peygamberin en çok yaptığı dua oldu

Allah’ım! Sen affedicisin, ikram sahibisin, affetmeyi seversin, beni de affet”

Efendiler Efendisi (s.a.v.), Mekke’nin fethedildiği gün, kendisine her türlü zulüm ve işkenceyi reva görenleri, kendisini yerinden, yurdundan, vatanından edenleri, onlarca defa varlığını ortadan kaldırmak isteyenleri, Vahşileri, îkrimeleri, Ebû Süfyanları toplamış ve onlara şöyle demişti:

“Bugün, ben sizlere kendisini kuyuya atan kardeşlerine Hz. Yusuf’un söylediğini söylüyorum.

Size bugün hiçbir başa kakma, ayıplama yok! Allah sizi affetsin! Şüphe­siz O, merhametlilerin en merhametlisidir’ (Yûsuf, 12/92) Bugün size yüksek sesle azarlama ve kınama bile yapılmayacaktır.

Bu Sayfayı Sosyal Medya Hesabınızda Paylaşabilirisiniz